Aralık ayında açlık sınırı sadece %1 artsa bile 30.126 TL’ye ulaşıyor. Bu rakam, artık soyut bir istatistik değil; dört kişilik bir hanenin yalnızca gıdaya yetebilme eşiği. Barınma, ulaşım, eğitim, sağlık yok. Sadece sofra.

Bu tabloda asgari ücretli yeni yıla nasıl giriyor?

Cevap net: Doğrudan %7,3 ekside.

Henüz yılın ilk günü gelmeden, ücretlinin cebindeki para açlık sınırının altında kalıyor. Yani daha işe gitmeden, maaş yatmadan, markete adım atmadan kaybedilmiş bir yıl başlıyor.

***

Zam var ama alım gücü yok

Asgari ücrete %27 zam yapılarak 28.075 TL açıklanıyor. Kâğıt üzerinde bu bir artış gibi duruyor. Oysa gerçekte bu rakam, 30.126 TL’lik açlık sınırının yaklaşık 2.050 TL altında.

Bu ne anlama geliyor?

Şu anlama geliyor:

Asgari ücretli, çalışarak açlık sınırına bile ulaşamıyor.

Ücret artmış gibi görünüyor ama hayat daha hızlı pahalanmış durumda.

Bu yüzden ücretliye “zam yapıldı” demek teknik olarak doğru olabilir, ama ekonomik olarak gerçeği yansıtmıyor. Çünkü mesele rakam değil, satın alma gücü.

***

Enflasyonun faturası kime kesiliyor?

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın kendi hesaplamasına göre, ücret artışlarının yıllık enflasyona etkisi iki çeyrek içinde tamamlanmak üzere 2,7 puan.

Bu önemli bir veri.

Çünkü şu söyleniyor:

“Ücrete zam yaparsak enflasyon artar.”

Oysa Merkez Bankası’nın hesabı bile şunu gösteriyor:

Ücret artışlarının enflasyona etkisi sınırlı, geçici ve kontrol edilebilir.

Peki buna rağmen neden ücretler baskılanıyor?

Çünkü enflasyonla mücadelede en kolay hedef ücretli.

Kira artmıyor mu? Artıyor.

Gıda artmıyor mu? Artıyor.

Vergiler yükselmiyor mu? Yükseliyor.

Ama yük, sistematik biçimde maaşların üzerinde tutuluyor.

***

Gerçek kaybın adı: Sessiz yoksullaşma

Asgari ücretli artık “zam alıp almadığına” değil, kaç ay dayanabildiğine bakıyor.

Ayın ortasında biten maaş, kredi kartıyla çevrilen market harcamaları, ertelenen sağlık masrafları, çocukların eğitiminden kısılan bütçe…

Bu tablo bir kriz değil; bu, kalıcı bir yoksullaşma düzeni.

Ve bu düzen sessiz işliyor.

Çünkü ücretlinin kaybı tek seferde olmuyor.

Her ay biraz biraz eksiliyor.

Her zamda biraz daha geride kalıyor.

***

“Olan ücretliye oldu” Cümlesi bir slogan değil

“Olan ücretliye oldu” artık bir serzeniş değil, istatistiklerle kanıtlı bir gerçek.

  • Açlık sınırı 30.126 TL
  • Asgari ücret 28.075 TL
  • Yıla başlarken reel kayıp: %7,3
  • Ücret artışının enflasyona etkisi: sadece 2,7 puan

Bu tablo, ücretlinin bilerek ve isteyerek geride bırakıldığını gösteriyor.

Çünkü enflasyonun asıl kaynaklarıyla yüzleşmek zor.

Kamu harcamaları, vergi yapısı, fiyatlama davranışları, kira düzeni…

Bunlar zor alanlar.

Ama ücretliye “sabret” demek kolay.

***

Sonuç: Bu bir geçim meselesi

Bu mesele ideolojik değil.

Bu mesele siyasi değil.

Bu mesele geçim meselesi.

Asgari ücretli lüks istemiyor.

Tatil istemiyor.

Biriktirmek istemiyor.

Sadece çalıştığı ay aç kalmamayı istiyor.

Ama bugün gelinen noktada, tam zamanlı çalışan milyonlar, daha yılın ilk gününde açlık sınırının altında bırakılıyor.

Ve bu tablo bize şunu söylüyor:

Eğer bu düzen değişmezse,

zam oranları değil,

yoksulluk normalleşecek.

Ve bu kez olan, sadece ücretliye değil, toplumun tamamına olacak.