YENİÇAĞ - Berna CAN (Özel Haber)

27 Aralık Deprem Konutları Teslim Töreninde ise Hatay’da "devletin zirvesi" ile "sokağın gerçeği" arasındaki makas hiç bu kadar açılmamıştı.

Protokol araçları tören alanı için özel olarak asfaltlanan yoldan süzülerek geçerken; asıl ev sahibi olan Hatay halkı, tören alanına ulaşmak için çamur deryasına dönmüş yolları aşmak zorundaydı. Sahne ışıkları ve konfetiler gökyüzünü aydınlatırken; tören alanına giremeyen yüzlerce depremzede, "zafer" konuşmalarını üç yıldır yaşadıkları teneke konteynerlerin pencerelerinden, uzaktan ve hüzünle izliyordu.

Kürsüye çıkan MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin, "Günümüzün Süleyman’ı Erdoğan, Sinan’ı Murat Kurum’dur" sözleri, bu çamurlu ve hüzünlü atmosferin üzerine bir "ideolojik örtü" gibi serildi. Ancak bu cümle, iktidarın "1 yılda bitecek" deyip 3. yılına giren başarısızlığını örttüğü o "kutsiyet perdesini" aralamak üzere dosyamızın girişine yerleşti.

İşte Hatay'da vitrinin önü, arkası ve sokağın çamuru...

TARİHİN BAHÇELİ’YE CEVABI: "AKUSTİK" Mİ, "PLASTİK" Mİ?

İktidar kanadı, Bakan Murat Kurum’u Mimar Sinan’a benzeterek tarihi bir referans üzerinden meşruiyet üretmeye çalışsa da, tarih sayfaları bu benzetmeyi bugün yaşanan "acelecilik ve makyaj" kültürüyle yüzleştiriyor ve reddediyor.

Tarih kitapları bize meşhur "Mimar Sinan ve Nargile" hadisesini anlatır. Süleymaniye Camii’nin inşası sırasında işler uzayınca –tıpkı bugün verilen sözlerin tutulmaması gibi– dedikoducular Kanuni Sultan Süleyman’a gidip, "Sinan camiyi bitiremiyor, içeride nargile içip keyif çatıyor" derler. Sultan hışımla inşaatı bastığında Sinan’ı gerçekten de elinde nargileyle caminin ortasında bulur. Ancak Sinan’ın cevabı, bugün Hatay’da eksik olan "devlet ciddiyetini" yüzümüze çarpar niteliktedir:

"Sultanım, nargilemde tütün yoktur, sadece su vardır. Suyun fokurtusunu dinleyerek caminin akustiğini, yani sesin her yere eşit dağılıp dağılmadığını ölçüyorum. Dışarıdan bina bitti görünebilir ama içindeki 'ses ve ahenk' bozuksa, o bina ibadethane değil, taş yığını olur."

Gerçek Mimar Sinan, Sultan’a yaranmak için değil, eserin "iç dünyası" kusursuz olsun diye teslimatı geciktirmeyi göze almıştı. Oysa bugün Hatay’da, karşımızdaki "Sinan"lar akustiği, yani yaşamın kendisini değil, sadece "vitrini" önemsiyor. İçeride su yok, yol yok, okul yok ama dışarıda "Bitti" algısı yaratmak için gerilen brandalar ve plastik süslemeler var.

Gerçek Sinan "akustiği" dert edinirdi, bugünün idarecileri ise "plastiği" ve algıyı dert ediniyor.

Hatay Depremi Dosyası | Bölüm 2: Hatay’ı ne Süleyman’ın ihsanı kurtarır ne Sinan’ın vitrini! - Resim : 1

SİYASİ MÜHENDİSLİK: "PİŞMAN OLANLAR" VE "MECBUR BIRAKILANLAR"

Tören alanındaki konuşmalar, devletin vatandaşı kucaklamasından çok, bir "terbiye etme" seansına dönüştü.

Belediye Başkanı'ndan "İbretlik" İtiraf:

Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı kürsüden, "Vatandaşlarımız gelip 'Keşke evlerimizi zamanında devlete verseydik, vermediğimiz için çok pişmanız' diyorlar" diyerek adeta bir "tövbe seansı" aktardı. Oysa sosyal devlet, vatandaşına "Bak gördün mü, bana teslim olmadın, perişan oldun" demez. Devlet, vatandaşı geçmiş tercihleri ne olursa olsun eşit koşulda kucaklamakla yükümlüdür. Bu söylem, "Bana itaat edersen evin olur, etmezsen çamurda yürürsün" anlayışının itirafıdır.

Erdoğan’dan "Hafıza Silme" ve Kutuplaştırma:

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise bu "mecburiyet siyasetini" bir adım ileri taşıyarak, depremzedenin yalnızlığını muhalefete fatura etmeye çalıştı:

"Sırf seçimlerde oy vermediler diye depremzedelerimize hakaret edenler... Deprem turistleri yok. Ama biz buradayız."

Bu sözlerle; depremin ilk 48 saatindeki devlet yokluğunu unutturmak için "hafıza silme" operasyonu yapılırken, "Biz buradayız" denilerek halka üstü kapalı bir mesaj verildi: "Çareniz yok, mecbursunuz."

SAHA RAPORU: VİTRİNİN ARKASINDAKİ 4 BÜYÜK KIRILMA

İktidarın "455 bin konut" diyerek sayıların arkasına sığındığı yerde, CHP Hatay Milletvekili Nermin Yıldırım Kara, Yeniçağ’a özel açıklamalarında sayıların değil "insan hikayelerinin" fotoğrafını çekiyor. Kara’nın sahadan aktardığı verilerle, Hatay'daki "Kırmızı Alarm" veren 4 ana başlığı dosyamıza ekliyoruz:

Hatay Depremi Dosyası | Bölüm 2: Hatay’ı ne Süleyman’ın ihsanı kurtarır ne Sinan’ın vitrini! - Resim : 2

HAYALET ŞEHİR RİSKİ: "EVE DÖNÜŞ VAR, HAYATA DÖNÜŞ YOK"

İktidar "anahtar teslimini" nihai zafer sanıyor ancak Kara, betona hapsolmuş bir yalnızlığa işaret ediyor:

"Mesele yalnızca konut yapmak değil. İnsanlar sitelere taşınıyor ama iş yoksa, okul yoksa, hastane hizmetine erişim zor ise bu sürdürülebilir değil. İstihdam ve sosyal yaşamın toparlanmadığı yerlerde 'kentten kopuş' riski büyüyor."

HAFIZA VE MÜLKİYET KRİZİ: "ANTAKYA'NIN RUHU GASP MI EDİLİYOR?"

"Mimar Sinan" benzetmesi açılışı yapılan projelerde en büyük eksiklik: Ruh. Nermin Yıldırım Kara, özellikle Antakya merkezdeki "Rezerv Alan" uygulamalarıyla şehrin hafızasının silindiğini vurguluyor:

"İnsanlar sadece evini değil, mahallesini, komşuluğunu, yaşam tarzını ve hafızasını kaybetti. Antakya merkezde planlama, mülkiyet güvencesi ve tarihi dokunun geleceği krizi var."

ADALET ZİNCİRİNDE EKSİK HALKA: "MÜTEAHHİT YETMEZ"

Törenlerde "devletin şefkati" anlatılırken, Kara "devletin adaleti"ndeki büyük boşluğu yüzümüze çarpıyor:

"Deprem cinayetlerinde mesele sadece bir müteahhit değil; denetim, ruhsat, imar, planlama ve kamu yönetimi dahil bir sorumluluk zinciri var. Sadece müteahhidi yargılamak, zincirin tepesindekileri aklamak demektir."

GÖRSEL İLLÜZYON: "ŞEHİR PROPAGANDA İÇİN Mİ YETİŞTİRİLDİ?"

Ve en çarpıcı başlık... Kara, sahadaki hummalı çalışmanın vatandaşa hizmetten çok, bir "film platosu" hazırlığına benzediğini belirtiyor:

"Törenler değil, hayatın kurulması ölçüt olmalı. Bu bir görsel toparlanma olur ama hayat toparlanmaz. Kamuoyunda 'Şehir propaganda için mi yetiştiriliyor?' sorusu yükseliyor."

Hatay Depremi Dosyası | Bölüm 2: Hatay’ı ne Süleyman’ın ihsanı kurtarır ne Sinan’ın vitrini! - Resim : 3

SONUÇ: YURTTAŞLIKTAN TEBAAYA GEÇİŞ

Dosyamızı kapatırken sahneye son kez bakıyoruz: Bir yanda protokolün geçtiği gıcır gıcır asfalt, diğer yanda halkın yürüdüğü çamurlu yol. Bir yanda "Süleyman" benzetmesiyle kutsanan iktidar, diğer yanda "pişman olduk" dedirtilerek iradesi kırılmaya çalışılan halk.

Bu tablo, modern, laik bir hukuk devletinde vatandaşın anayasal hakkı olan "barınma hakkını" bir kenara itip; süreci bir "Padişah ihsanına" dönüştürme çabasıdır. Halka reva görülen; eşit yurttaşlık değil, Sultan’ın lütfettiği anahtarı alıp, çamurlu yoldan evine dönen sessiz bir "tebaa" olmaktır.

Hatay’da tören bitti, ışıklar söndü. Geriye Nermin Yıldırım Kara’nın o can yakıcı sorusu kaldı: "Hatay’da gerçekten bir iyileşme mi var, yoksa vitrinin içinden mi bakıyoruz?"

Biz cevabı Mimar Sinan’dan ödünç alalım: İçinde yaşamın sesi, adaletin yankısı ve eşitlik olmayan bina, ne kadar süslenirse süslensin, sadece bir taş yığınıdır.

Gelecek Bölüm: Hatay’ın "Rezerv Alan" kıskacı: Mülkiyet hakkı mı, rant projeleri mi?