Hemen hemen tüm tarım çağı boyunca yeryüzünün neredeyse tamamında insanlar toprak hanedanlarının hükmü altında yaşamak zorunda kalmıştır. Üstelik bu hanedanlar sadece toprakların değil aynı zamanda o toprakların üzerinde yaşayan insanların da sahibiydi.

Bu tip hanedan egemenlikleri üzerine bina edilmiş rejimlere monarşi denmektedir, monarşiler de kendi arasında üçe ayrılır:

1- Teokratik mutlaki monarşiler

2- Mutlaki monarşiler

3- Meşruti monarşiler.

  1. Teokratik Mutlaki Monarşiler
  • Hükümdarların dini ve dünyevi yetkileri sınırsızdır; hem dini ve hem de dünyevi konularda yasama, yürütme ve yargı gücünü tek başına elinde tutar.
  • Bu tip hükümdarlar genellikle din yaratır ve dini kuralları da koyar, dünyevi ve dini kararları tartışılmazdır.
  • Monarklar her türlü yargılama ve yaptırımdan aridir.
  1. Mutlaki Monarşiler
  • İmparator, kral, kraliçe, sultan olarak adlandırılan hükümdarların yetkileri sınırsızdır; yasama, yürütme ve yargı gücünü tek başına elinde tutar.
  • Monarklar her türlü yargılama ve yaptırımdan ari olsa da dini otoritelerin vesayetini ve dini kuralları çoğu zaman aşamazlar.
  • Yönetime halkın katılımı çok sınırlıdır ve monarkın kararları tartışmasızdır.
  1. Meşruti Monarşiler
  • Monarkın yetkileri yazılı bir anayasa ile sınırlıdır, gerçek iktidar gücü genellikle parlamento veya hükümettedir.
  • Monark daha ziyade sembolik bir rol üstlenir, törenlerde devleti temsil eder.

İnsan uygarlığının tarım çağına adım atıp yerleşik hayata geçtiği dönemin neredeyse en başından beri monarklar daima hem dini ve hem de dünyevi otoriteyi şahıslarında toplamak iktidarlarının tekilleştirmek istemiştir.

Tarım çağının ilk başlarında çoğunlukla firavunlar gibi tanrı kralların yani kendini tanrı ya da yarı tanrı olarak takdim eden monarkların egemen olduğunu görürüz.

Sümer ve Mısır uygarlıklarına bu anlayış damgasını vurmuştur ama baktığımızda çok farklı coğrafyalarda bulunan Çin ve Japon kültürlerinde de aynı anlayışın var olduğunu görürüz.

Bu yaklaşım daha sonraları tanrının gölgesi gibi tanımlamalarla biraz törpülenmiş olsa da tüm toprak hanedanları kendilerinin tanrı tarafından seçilmiş ve asil kandan gelen toplumun geri kalanından, sıradan insanlardan farklı insanlar olduklarını iddia etmişlerdir.

Tüm dinler de monarkların bu iddialarını destekleyecek şekilde yapılanmış, tarih boyunca monarkların tanrı tarafından seçildiği ve tanrı tarafından verilmiş görevleri yerine getirdiği iddiasını destekleyecek şekilde propaganda yapmışlardır.

Sanayi çağına girdikten sonra tarım çağının egemen gücü olan toprak hanedanları çok büyük ölçüde iktidar ve zenginlik kaybetmiştir. Sanayi toplumlarında iktidar çoğunlukla milli iradeyi temsil etmek üzere halk tarafından seçilmiş ve görevlendirilmiş sıradan insanların eline geçmiştir.

Tarım çağından sanayi çağına geçişin üst yapıda yarattığı en önemli değişiklik elbette egemenlik hak ve özgürlüklerinin asiller ve din adamları sınıfından halka geçmesidir.

Lakin bu noktada da bazı anormaliler ve iktidar tekilleşmeleri görülmüştür. Bunların en önemlisi iktidar gücünün tek elde toplanması ile ortaya çıkan diktatörlük rejimlerinde oluşan hanedanlardır. Örneğin Suriye’de baba Hafız Esat sonrası oğlu Beşar Esat’ın, Azerbaycan’da baba Haydar Aliyev sonrası oğlu İlham Aliyev’in ya da Kuzey Kore’de baba Kim İl-sung 'un ölümünden sonra, iktidara oğlu Kim Jong-il’in gelmesi gibi örnekler günümüz sanayi toplumlarında görülen hanedan iktidarlarının önemli örneklerindendir.

Yani insanlık tarım çağını aşıp sanayi çağına ulaşmış olsa da hanedan rejimlerinden ve monarkların egemenliğinden kurtulmak her yerde ve her zaman mümkün olmayabiliyor.